3 Ekim 2007 Çarşamba

Mescidi Aksa

Kudüs, vahye dayanan bütün dinlerde kutsal sayılan bir şehirdir. Bunun başta gelen sebebi ise Yüce Allah'ın insanları doğru yola iletmeleri üzere görevlendirdiği peygamberlerin birçoğunun bu şehirde yaşamış veya en azından hayatlarının bir bölümünü bu şehirde geçirmiş olmalarıdır. Ayrıca bu peygamberlerden bazılarının mabed olarak kullandıkları mekânlar da bu şehirdedir.

Kudüs, İslâm'da özel bir yere ve kudsiyete sahiptir. Zaten adı da bu yerine ve kudsiyetine işaret eder. Müslümanların ilk kıblesi olan Mescidi Aksa'yı bağrında barındırması ve Resulullah (s.a.s.)'ın isrâ ve mirac mucizesine şâhid olması bu üstünlüğünün sebeplerinin başında gelir. Yüce Allah, Kur'anı Kerim'de şöyle buyurur: "Kulunu, kendisine birtakım ayetlerimizi göstermek için bir gece Mescidi Haram'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya yürütenin şanı pek yücedir." (İsra, 17/1) Burada dikkat edilirse Mescidi Aksa'dan "çevresini mübarek kıldığımız" şeklinde söz edilmektedir. Mescidi Aksa'nın çevresi ise başta Kudüs sonra diğerFilistin topraklarıdır. Bu ayetin tefsirine ve burada "Mescidi Aksa" denirken kastedilen mabedin ne olduğu hususuna aşağıda geleceğiz. Ancak ondan önce Kudüs ve çevresinin mübarek kılınmasına dair diğer delilleri sıralamak istiyoruz. Örneğin Maide suresinin 20 ve 21. ayetlerinde şöyle denmektedir:"Musa milletine şöyle demişti: "Ey milletim! Allah'ın üzerinizdeki nimetini anın. Aranızdan peygamberler çıkardı ve sizi krallar yaptı. Alemlerden hiç kimseye vermediğini size verdi. Ey milletim! Allah'ın size yazdığı kutsal toprağa girin, geriye dönmeyin; yoksa zarar edenler olursunuz."Burada sözü edilen kutsal toprağın Kudüs ve çevresi yani Filistin toprakları olduğu konusunda tanınmış müfessirler ittifak etmişlerdir. Tarihi olaylar da burada kastedilen toprakların Filistin toprakları olduğunu belgelemektedir. Çünkü Hz. Musa ve kavminin Kızıl Deniz'i geçtikten sonra girmekle emrolundukları topraklar Filistin topraklarıdır. Yüce Allah, Enbiya suresinin 69-71. ayetlerinde de şöyle buyurmaktadır:"Biz de dedik ki: "Ey ateş! İbrahim'e karşı serin ve esenlik ol." Ona bir tuzak kurmak istediler. Fakat biz asıl kendilerini hüsrana uğrattık. Onu da Lut'u da içinde alemler için bereketler verdiğimiz yere (ulaştırıp) kurtardık."Burada "içinde alemler için bereketler verdiğimiz yer" denirken kastedilen beldenin de Filistin olduğu tefsir kitaplarında dile getirilmektedir. Zaten tarih kaynaklarından öğrenildiğine göre Hz. İbrahim (a.s.) ateşten kurtarıldıktan sonra Filistin topraklarına hicret etmiş ve bir süre bugün el-Halil diye bilinen beldede ikamet etmiştir. Yine tarih kaynaklarından öğrendiğimize göre hem Hz. İbrahim (a.s.)'in hem de Hz. Lut'un birlikte yaşadıkları belde el-Halil ve civarıdır.A'raf suresinin 137. ayetinde de şöyle buyurulmaktadır:"Sonra da zayıf düşürülen topluluğu (mustaz'afları) bereketlendirdiğimiz yerin doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. Böylece Rabbinin İsrail oğullarına olan güzel sözü sabretmelerine karşılık tam yerine geldi. Firavun ile toplumunun yapmakta olduklarını ve yükselttiklerini de yıktık."Bu ayette de "bereketlendirdiğimiz yer" denirken kastedilen belde Filistin diyarıdır. Çünkü İsrail oğulları Mısır'da zulüm gördükten sonra, bu topraklara göç etmiş ve orada belli bir süre hakimiyet kurmuşlardır.O beldenin mübarek kılındığına yani bereketlendirildiğine işaret eden, bunların dışında da birçok ayeti kerime bulunmaktadır. O beldenin kalbi ise Kudüs'tür.



Kudüs'e Üstünlük Kazandıran Mabed:

Mescidi Aksa:

Bilindiği üzere Mescidi Aksa Müslümanların ilk kıblesi ve harem mescidlerin üçüncüsüdür.Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de Mescidi Aksa'dan adıyla söz etmekte ve bu mescidin etrafının mübarek kılındığını bildirmektedir. Bu konuda İsrâ suresinin 1. âyetinde şöyle buyuruluyor: "Kulunu, kendisine birtakım ayetlerimizi göstermek için bir gece Mescidi Haram'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya yürütenin şanı pek yücedir. Şüphesiz o duyandır, görendir. "Burada kastedilen mescidin Mescidi Aksa olmadığı yolundaki iddialar, İslam müfessirleri arasında itibar görmemiştir. Tanınmış bütün müfessirler burada kastedilen mescidin Kudüs'teki Mescidi Aksa olduğu üzerinde ittifak etmişlerdir. Ancak o zaman Kudüs'te bugünkü gibi bir mescidin olmadığı, Kur'an-ı Kerim'in aşağıda gelecek olan bazı ayetlerinde kendisinden "mabed" diye söz edilen binanın kalıntılarının bulunduğu doğrudur. Bu mekan Beyti Makdis olarak adlandırılırdı. İşte Resulullah (s.a.s.)'ın ziyaret ettiği mekanın bu Beyti Makdis olduğu bütün ünlü müfessirler tarafından dile getirilmektedir. Örneğin Kadı Beyzavi tefsirinde "Mescidi Aksa" ibaresi açıklanırken: "Burada kastedilen, Beyti Makdis'tir. Çünkü o zaman orada bir mescid mevcut değildi" denmektedir. Aynı ibarenin Nesefi ve Hazin tefsirinde de aynen geçtiğini görüyoruz. İbnu Abbas'tan rivayet edilen tefsir de bu şekildedir. Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsirinde de ayette geçen "Mescidi Aksa" ibaresiyle ilgili olarak şu açıklama yapılmaktadır: "Mescidi Aksa: Kudüs'teki Beytu'l-Makdis'tir. Nitekim İsra hadisinde de: "Burak'a bindim. Beytu'l-Makdis'e vardım" diye geçmiştir. Bunun etrafı da Kudüs ve civarı demek olur." (Burada kastedilen İsra hadisini, Buhari, Bed'u'l-Halk, 6; Müslim, İman, 259, 264; Nesai, Salat, 10; Tirmizi, Tefsir, İsra suresi tefsiri, 2, 17; Ahmed ibnu Hanbel, III/148, IV/208, V/387,392,394'te rivayet etmiştir.) Fi Zilali'l-Kur'an'da İsra suresinin birinci ayetinin tefsirinde şöyle denmektedir: "...


İki belli yer arasındaki bu yolculuğun bir tarafını Mescidi Aksa teşkil ediyor. Mescidi Aksa ise mukaddes toprakların kalbi sayılan bir yerdir. Allahu teala İsrail oğullarını bir müddet buraya yerleştirmiş sonra çıkarmıştı."Konyalı Mehmed Vehbi Efendi'nin Hulasatu'l-Beyan tefsirinde de şöyle denmektedir: "Ayette Mescidi Aksa'dan murad, Beyti Mukaddes'tir. Mekke-i Mükerreme'ye uzak olduğundan aksa denilmiştir. Mescidi Aksa'nın etrafı bağlar, bahçeler ve her nev'i nimetlerle dolu olduğu cihetle dünya nimetleri hususunda mübarek olduğu gibi din hususunda dahi mübarektir. Zira Beyti Mukaddes, makarrı enbiya ve mahalli vahyi ilahi ve sulehanın mabedidir. Ekseri enbiyanın mucizeleri ve asarı garibe orada zuhur ettiğinden Cenabı Hak mübarek olduğunu beyan etmiştir. Binaenaleyh maddi ve manevi mahalli mübarek denmeye şayandır. "Mevdudi de, Tefhimu'l-Kur'an adlı tefsirinde burada kastedilen mabedin Kudüs'teki Mescidi Aksa olduğunu ifade etmektedir. Sabuni'nin Safvetu't-Tefasir adlı eserinde de ilgili ibarenin tefsirinde şöyle denmektedir:"Yani Mekke-i Mükerreme'den Kudüs'e götüren Allah'ın şanı pek yücedir. Mescidi Aksa ile Mescidi Haram'ın arasındaki mesafe uzak olduğu için Kudüs'teki mescide Mescidi Aksa denilmiştir. " Yine bu tefsirde de Mescidi Aksa'nın çevresinin maddi ve manevi yönden bereketli kılındığı ifade edilir. Bilinen tefsir kaynaklarının hangisine müracaat edilse aynı açıklamayla karşılaşmak mümkündür. Bu yüzden söz konusu ayette kastedilen Mescidi Aksa'nın Kudüs'teki Beyti Makdis değil de başka bir mabed olduğu iddiasında bulunanların görüşleri "şazz" yani "geçersiz" olarak kabul edilmiştir. Çünkü bu görüş tefsir ve hadis kaynaklarına uymadığı gibi tarihi belgelere de ters düşmektedir. Kur'an-ı Kerim'in bazı yerlerinde de Mescidi Aksa'dan adı anılmaksızın söz edilmektedir. Örneğin Meryem suresinin 11. âyetinde Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Bunun üzerine (Zekeriya a.s.) mescidden kavminin karşısına çıkıp onlara: "Sabah ve akşam tesbih edin" diye işaret etti." Burada kastedilen mescid, Mescidi Aksa yani Beyti Makdis'dir. Ali İmrân suresinin 37. âyetinde de şöyle buyuruluyor: "Rabbi onu (Meryem'i) güzel bir kabulle kabul etti; güzel bir şekilde yetiştirip büyüttü ve onun bakımını Zekeriyya'nın yükümlülüğüne verdi. Zekeriyya ne zaman onun bulunduğu mabede girse yanında yiyecek bulurdu. "Ey Meryem! Bu sana nereden geliyor?" derdi. O da: "Allah'ın katındandır. Şüphesiz Allah dilediğine hesapsız rızık verir" derdi." Burada sözü edilen ma'bed de aynı mesciddir. Yine aynı surenin 39. âyetinde de şöyle buyuruluyor: "Onun (Zekeriyya (a.s.)'ın) mihrabda namaz kılmakta olduğu sırada melekler kendisine, "Allah sana, Allah katından olan Kelime'yi doğrulayıcı, efendi, kendine hakim ve salihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdelemektedir" diye seslendiler." Bu âyeti kerimede mihrab denirken kastedilen mekân da Mescidi Aksa'dır. Bütün bu ayetler, Hz. Zekeriyya ve onun oğlu Hz. Yahya, Hz. Meryem ve onun oğlu Hz. İsa (a.s.) döneminde orada bir mabedin yani Mescidi Aksa'nın eski şeklinin mevcut olduğunu ortaya koymaktadır. İşte Beyti Makdis denilen mabed de bu mabeddir.

Bazı tarihi kaynaklarda Kudüs'ün M.S. 70 yılında yıkıma uğratıldığı Beyti Makdis'in de bu olayda yıkıldığı ifade edilmektedir. Ancak bu mekan yine bir mabed olarak biliniyor ve Beyti Makdis'in kalıntılarıda korunuyordu. Şuan yahudilerin "Ağlama Duvarı" Müslümanların ise "Burak Duvarı" olarak adlandırdıkları duvar eski mabedin bir kalıntısıdır. M.S. 638 yılında Hz. Ömer (r.a.) döneminde Kudüs fethedildikten sonra Beyti Makdis'in yerinde Mescidi Aksa inşa edildi. Hz.Ömer (r.a.)'ın burayı mabed ittihaz etmesi de o mekanın kudsiyet ve ehemmiyetinden ileri geliyordu. Mescidi Aksa daha sonra Emevi halifelerinden Abdülmelik bin Mervan zamanında genişletildi. Mescidi Aksa'nın hemen yakınında bulunan ve bugün Türkiye Müslümanları tarafından Mescidi Aksa zannedilen Kubbetu's-Sahra adlı mabed de Abdülmelik bin Mervan tarafından inşa ettirilmiştir.Mescidi Aksa'nın fazilet ve ehemmiyeti hakkında ayrıca birçok hadisi şerif bulunmaktadır. Resulullah (a.s.) bir hadisi şerifinde şöyle buyurmuştur: "Yolculuk ancak şu üç mescidden birine olur: Benim şu mescidime, Mescidi Haram'a ve Mescidi Aksa'ya." (Müslim, Kitâbu'l-Hacc, 15/415, 511, 512) Burada kastedilen yolculuk ibadet kasdıyla olan özel yolculuktur. Bu hadisi şerif dolayısıyla Mescidi Aksa harem mescidlerin üçüncüsü sayılmıştır. Ahmed ibnu Hanbel, Nesâi ve Hakim'in Abdullah ibnu Ömer (r.a.)'den rivayet etmiş oldukları bir hadisi şerife göre de Resulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Süleymân (a.s.) Mescidi Aksa'yı yaptığında Rabbinden üç şey istedi. Rabbi ona ikisini verdi. Ben üçüncüsünü de vermiş olmasını ümit ediyorum: Kendisine, kendi hükmüne denk gelecek hüküm vermesini istedi, (Rabbi) bu istediğini verdi. Kendisinden sonra hiç kimsenin ulaşamayacağı bir saltanat vermesini istedi, bu istediğini de verdi. Bir de her kim, bu Mescid'de -yani Mescidi Aksa'da- namaz kılmak amacıyla evinden çıkarsa anasından doğmuş gibi günâhlarından sıyrılsın istedi. Biz Allah'ın bu istediğini de ona vermiş olmasını ümit ediyoruz."Bir hadisi şerifte bildirildiğine göre Resulullah (s.a.s)'ın câriyesi Meymune (r. anhâ): "Ey Resulullah! Bize Mescidi Aksa hakkındaki hükmün ne olduğunu bildir" dedi. Resulullah (s.a.s.) da şöyle buyurdu: "Oraya (Mescidi Aksa'ya) gidin ve içinde namaz kılın." -Hadisin râvisi dedi ki: "O zaman burası Dâru'l-Harb'di (yani Müslüman olmayanların hâkimiyeti altındaydı)."- (Resulullah (s.a.s) sözlerine daha sonra şöyle devam etti): "Eğer oraya gidemez ve içinde namaz kılamazsanız kandillerinde yakılmak üzere oraya zeytinyağı gönderin." (Ebu Davud, Kitâbu's-Salât, 14) Burada zeytinyağı bir semboldür. Yapılması istenen ise Kudüs'e ve Mescidi Aksa'ya önem verilmesi, oranın Hz. İbrahim (a.s.)'ın hanif dininin gerçek sahipleri olan mü'minlerin eline geçmesi için çalışılması ve o kutsal mekânların tevhid dinine uygun kimliğinin korunması amacıyla yapılan çalışmalara herhangi bir şekilde destek olunmasıdır.Yeryüzünün en faziletli mekânları camiler, camilerin de en faziletlileri Mescidi Haram, Mescidi Nebevi ve Mescidi Aksa'dır. Bu üç camide kılınan namazların diğer camilerde kılınan namazlardan çok daha fazla sevaplı olduğu hadisi şeriflerde bildirilmiştir. Hatta İbnu Mace'nin nakletmiş olduğu bir hadiste: "Bir adamın kendi evinde kıldığı namaza bir namaz sevabı verilir. Oturduğu beldenin sakinlerinin devam ettikleri camide kıldığı namaza yirmi beş kat sevap verilir. Cuma namazının kılındığı camide kıldığı namaza beş yüz kat sevap verilir. Mescidi Aksa'da kıldığı namaza elli bin kat sevap verilir. Benim camimde kıldığı namaza da elli bin kat sevap verilir. Mescidi Haram'da kıldığı namaza ise yüz bin kat sevap verilir" denmektedir. (İbnu Mâce, İkâmetu's-Sala ve's-Sunne fihâ, 5/198) Ancak ez-Zevâid'de bu hadisin isnadının zayıf olduğu söylenmektedir. İbnu Hibban da bu hadisin delil olarak alınabilmesi için bunu te'yid eden bir rivayetin bulunması gerektiğini ifade etmiştir. Burada verilen rakamları te'yid eden başka herhangi bir rivayet bilmiyorsak da, sayılan üç mescidde kılınan namazların diğer mescidlerde kılınan namazlardan çok daha fazla sevaplı olduğunu bildiren başka hadisler mevcuttur. Bu itibarla verilen rakamlar belki sevabın katını ifade etmek için değil de arada çok büyük bir sevap farkı olduğuna dikkat çekmek için söylenmiş olabilir.Bilindiği üzere Mescidi Aksa aynı zamanda Müslümanların ilk kıblesidir. Bu özelliğinden dolayı da İslâm'da ayrı bir öneme sahiptir. Buhari ve Müslim'in rivayet ettiklerine göre el-Bera ibnu Azib (r.a.) şöyle söylemiştir: "Resulullah (a.s.) Beyti Makdis (Mescidi Aksa) tarafına on altı ya da on yedi ay namaz kıldı. Resulullah (a.s.) Ka'be tarafına namaz kılmayı arzuluyordu. Yüce Allah da şu ayeti kerimeyi indirdi: "Yüzünü göğe doğru çevirip durmanı görüyoruz. Seni hoşnut kalacağın kıbleye doğru yönelteceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Ve her nerede olursanız olun yüzünüzü onun tarafına çevirin." (Bakara, 2/144) Bunu te'yid eden daha birçok hadisi şerif rivayet edilmiştir.Tanınmış tefsir alimlerinden Kasımi, Mescidi Aksâ'nın ismi hakkında şu açıklamayı yapmıştır: "Aksa kelimesi "en uzak" anlamındadır. Mescidi Aksada Mekke'ye olan uzaklığından dolayı böyle adlandırılmıştır."Mescidi Aksa aynı zamanda Yüce Allah'ın yeryüzündeki ilâhi âyetlerinden bir âyettir. Çünkü İsrâ suresinin birinci âyetinde şöyle buyurulmaktadır: "Kulunu, kendisine birtakım ayetlerimizi göstermek için bir gece Mescidi Haram'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya yürütenin şanı pek yücedir. Şüphesiz o duyandır, görendir." Burada dikkat edilirse, Resulullah (s.a.s.)'ın Mescidi Haram'dan Mescidi Aksa'ya yürütülmesinin sebebiyle ilgili olarak "kendisine birtakım ayetlerimizi göstermek için" denmektedir. Allah dileseydi Resulullah (s.a.s.)'ı Mescidi Haram'dan da miraca yükseltebilirdi. Ancak kendisine birtakım ilâhi âyetlerin gösterilmesi amacıyla önce Mescidi Aksa'ya getirilmiş ve oradan miraca yükseltilmiştir. Demek ki, burası da Allah'ın yeryüzündeki ilâhi âyetlerinden bir âyettir. Dolayısıyla buraya asıl sahip çıkmaları gerekenler Müslümanlardır.Filistin diyarının mübarek kılındığına dair de ayrıca hadisler bulunmaktadır. Bunlardan birinde şöyle buyurulur: "Allah, Ariş ile Fırat arasını mübarek (bereketli) kılmış ve özellikle Filistin'i mukaddes kılmıştır." (Bu hadisi Müslim, İman, 282; Münavi, et-Teysir, I/248'de rivayet etmiştir.)İslam tarihi ilmi için Kur'an-ı Kerim'den sonra en önemli belgeler ve bilgiler sahih hadislerdir. Çünkü sahih hadisler büyük bir itinayla korunup günümüze kadar aktarılan bilgilerdir. İsra ve mirac olayıyla ilgili hadislerde, Mescidi Aksa denirken kastedilen mabedin Kudüs'teki Beyti Makdis olduğu açıkça ifade edilmektedir. (Bunlardan bazılarının kaynaklarını yukarıda verdik.)

Kabe


















Kabe'nin bir çok isminin olması, dikkati çeken hususlardan biridir. Ona Kabe, Beytullah, Mescidü'l-Haram vs. denir. Konumuz itibariyle, bunlardan Mescidü'l-Haram isminin özel bir ehemmiyeti vardır. Çünkü, İslamiyette ibadetten ve İslamî bir müessese olarak camiden söz etmek istediğimde, Kabe'den başlamak zorundayım. Kabe'nin kendisi de zaten Mukaddes mescid olarak adlandırılır. Yani Mescidü'l-Haram. Bir müslümanın, Rabbi’nin önünde ibadet etmesi lazımdır, yani bizzat Allah'ın önünde. Çünkü bizler, O nun kullarıyız: Kur'an-ı Kerim'in dediği gibi «Ben cinleri de, insanları da ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. » (Zariyat süresi, 56). İnsanın bizzat yaratılış gayesi, Allah'a ibadet etmek içindir. Bu ibadetin de Rabb'in önünde yapılması lazımdır. Fakat Allah bizim için gaibdedir, görünmez. Bu gayeyle, Hz. Adem'den beri insanlar, Allah'a ibadeti bir bina vasıtasıyla sembolleştirmek istemişlerdir, yani evle, Allah'ın eviyle. Diğer din salikleri Tanrıyı putlar vasıtasıyla sembolleştirmişlerdir. Bu putlarla Tanrı'nın herhangi bir sıfatını sembolleştirmek istemişler ve sanatkârane putlar yapmışlardır. Hatta bildiğiniz gibi Hristiyanlar da haç'a hürmet ederler. Bu haç onlar için, Tanrı'nın bir sıfatını temsil etmektedir. Diğer dinlerde, mesela Brahmanizm'de dört elli bir put varsa bu demektir ki, Tanrı insanlardan daha kuvvetlidir. Hristiyanlarda bunun aksine, Tanrı insanlara karşı olan merhametini günahkar insanlara göstermek için öz oğlu olan Hz. İsa’yı kurban etmiştir. Hristiyan inancına göre Hz. İsa haç'ın üzerinde öldüğü için bu haç, Tanrı'nın merhamet sıfatını temsil eder. Bunların aksine Hz. Adem'le başlayan İslam dini, bir put değil, fakat Allah'ın evini seçmiştir. Bundan kasıt şudur: Her evde, mutlaka evin reisi olur. Bundan hareketle, ne Allah'ın ve ne de sıfatlarının resimlerinin yapılmasına lüzum kalmamıştır. Bizzat ev reisinin yani Allah'ın sembolik olarak kaldığı bu yere Mescidü'l-Haram denmektedir, yani mukaddes cami. Mescid'in kelime manası, secde edilen yer demektir. Bu ıstılah, İslamiyet'ten evvel, değişik dinlerde de kullanılmıştır. Mesela; Kur'an-ı Kerim Ashab-ı Kehfden bahsetmektedir. Ashab-ı Kehfin yeniden canlandırıldığı ve mağaradan çıktıkları öğrenilince, onların mezarının üzerine cami yapıldı. «Onların işine galib (ve vaakıf) olanlar ise; «Mutlaka yanlarında bir mescid edineceğiz» dedi. (Kehf süresi,21). Şu halde Ashab-ı Kehf zamanında, «Mescid» kelimesi kullanılıyordu. «Es-senian» diye bir din daha vardır. Bu belki bir nevi Hristiyan mübeşşiri veya bir yahudi mezhebidir. Yakın bir zamanda Lut gölünde bunlara ait bazı vesikalar bulundu. Onlarda da «Mescid» kelimesi kullanılmıştır. Onlar diyorlar ki; Bizim ibadet ettiğimiz yer, Tanrı için başımızı yere koyduğumuz yerdir. Ne olursa olsun «Mescid» kelimesi, Rabbimize karşı olan hürmetimizin en iyi sembolüdür. İbadet, çeşitli dinlerde ayrı ayrı şekillerde yapılmaktadır. Bu konuda bir kaç misal vermek istiyorum. Hindistan'daki Brahmanlarda, bir puta yaklaşınca gürültü yapılır, eller çırpılır, naralar atılır. Bunun izahını da şöyle yaparlar: «Biz bu hareketimizle şeytanı uzaklaştırıp, sadece Tanrı'ya ibadet etmek istiyoruz». Muhtemelen, İslamiyet’ten evvel Mekkelilerde de bu adet vardı. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de şunu okuyoruz. «Onların Kabe önündeki ibadetleri ıslık çalmaktan, el çırpmaktan başka bir şey değildir.» (el-Enfal süresi, 35).Mekkeliler, ibadet edince, el çırpıyor ve ıslık çalıyorlardı. Bazıları, el çırpmakla, ıslık çalmakla Tanrı'ya hürmet ettiklerini sanıyorlardı. Bazıları da, putlarının önüne bir takım hediyeler takdim ederlerdi.Hristiyanlarda ise diz çökülür, yani dizler yere konur. Bu hareket ne rüku ve ne de secdedir. Vücut dik kalmak şartıyla dizler yere konur.Yahudi havralarında ise ibadet yapan herkes ayakta durur. Hahamları Tevrat'ı açar ve okur.Bubir-iki saat kadar uzun sürer.Müslümanların ibadetlerinde ise bilindiği gibi, birçok hareket vardır. Ayakta durulur, rüku' yapılır, secde edilir ve bu arada da bir çok dua okunur.Hz. Peygamber doğduğu zaman, Mekke'de tek Tanrı inancının olduğunu görüyoruz. Fakat buna rağmen, taptıkları bir çok put vardı. Ulu Tanrı'ya inanıyorlar ve buna «Allah» diyorlardı, İslamiyet de bu kelimeyi muhafaza etmiştir. Ve bu Allah için Kabe'yi inşa etmişlerdi ki, buna «Beytullah, Allah'ın Evi» diyorlardı. Çünkü onlar da Allah'ın görünmez olduğuna inanıyorlardı ve sembolik olarak ona bir ev inşa etmişler ve onun önünde ibadet ediyorlardı. Bütün bunlar, muhtemelen Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’den gelen bazı adetlerin muhafaza edilmesinden kaynaklanıyordu. Bu adetlere Peygamber olmayan bazı kişilerin adet ve geleneklerini de ilave etmiş olmaları muhtemeldir. Putların Kabe'ye konması da bazı insanların teşebbüsüyle olmuştur. Hz. İbrahim ve Hz. İsmail zamanında Kabe inşa edilince, tabii ki putlar yoktu.Mescidü'l-Haram denen Kabe'nin, kendine has bazı ibadet tarzları vardı. Senede bir defaya mahsus olmak üzere sadece Mekkeliler değil, Kabe'ye hürmet eden diğer Araplar da hac için Mekke'ye gelirlerdi. Tabii, bu İslam’dan evvelki tatbikattı. İbn Hişam'a göre, Hicretten üç yıl evvel, Hz. Peygamber, Mina'ya gidiyor ve orada onbeş kadar kabileye hitab ediyordu. Hz. Peygamber, bu kabilelerden her birine ayrı ayrı hitap etmiş ve onlara; «Beni memleketinize götürün, beni dinleyin, zira beni dinleyenler, yakın bir zamanda Bizans'ın ve İran’ın hakimleri olacaklardır» diyordu. İbn Hişam, bu kabilelerin isimlerini de zikretmektedir. Ben bu kabileleri harita üzerine yerleştirip, nerelerden geldiklerini tespite çalıştım, Arabistan'ın kuzeyinden, güneyinden, doğusundan, batısından, kısaca her taraftan, Mekke'ye hac yapmak için kabilelerin gelmiş olduğunu gördüm. Bu da gösteriyor ki, Kabe sadece Mekkelilerin değil, aynı zamanda Mekke dışındaki bütün Arapların da dini merkezi durumundaydı. Denilebilir ki, İslamiyet’ten evvel dahi Mekke, o zamanki bütün Arapların dinî federasyonunun merkezi idi.Putperest olmalarına rağmen bu Arapların hepsi, Kabe'yi Allah'ın evi olarak kabul ediyor ve hac yapmak için Mekke'ye geliyorlardı. Denilebilir ki, Arapların müşterek olarak Kabe'yi böyle kabul etmeleri, onlar arasında İslamiyet’in kolayca yayılmasına vesile olmuştur.Acaba İslamiyet’ten evvel Kabe önünde yapılan ibadet ne şekilde idi? Bilindiği gibi senedebirdefa, Mekkeliler ve diğer Araplar, hatta Suriye ve Irak'taki Araplar, Kabe'yi ziyarete gelip hac yaparlardı. Fakat Suriye, Irak ve Filistin'e ait yeterli derecede vesikalar olmadığı için, bu konudaki görüşlerim tahmine dayanıyor.Haccın bir çok menasik'i yani kuralları vardı. Arafat'ta, Müzdelife'de, Mina'da toplanıyor ve daha sonra da Mekke'ye geliyorlardı. Bu tatbikatlardan bir çoğu, İslamiyet tarafından muhafaza edilmiştir. Aynı zamanda hayvanları kurban etme adeti de vardı. Bu da, Kabe etrafında olan uygulamalardan biriydi.İkinci bir husus da şuydu; Bütün, Mekkeliler, her gün bir defa hatta iki defa Kabe önüne gelip, ibadet yapıyorlardı. Bu ibadetlerde bir karışıklık vardı, yani herkes, kendine göre bir ibadet yapmaktaydı. Mekke'deki Haniflerden -yani tek Allah'a inanıp, putlara tapmayan- Zeyd bin Amr, Kabe önüne gidip secde ediyor ve Allah'a şöyle dua ediyordu: «Allah'ım, ben sana nasıl ibadet edileceğini bilmiyorum. Senin hoşuna gidecek ibadetin nasıl olduğunu bilsem, öyle ibadet ederdim. Fakat bunu bilmediğim için başımı önüme koyup, secde ediyorum.»İslamiyet’ten evvel, Kabe'de uygulanmakta olan başka bir husus daha vardı. Herhangi bir Mekkeli, seyahattendönünce evine gitmeden Kabe'ye gider, orada tavafını yapar, ondan sonra evine giderdi. Bunlar, Kabe'nin ibadete taaluk eden hususları idi. Fakat İslamiyet’ten evvel Kabe başka şeyler için de kullanılıyordu. Mesela: yemin ve söz verme işi de Kabe'nin önünde olan «Hatim» kısmında yapılırdı. Mekkelilere' göre, burada yapılan yeminler, herhangi bir yerde yapılan yeminden daha çok tesirliydi.Bilindiği gibi Kabe, iki bölümden müteşekkildir. Bir tarafı kare şeklinde ve üstü kapalı, diğer taraf ise yarım daire şeklinde ve üstü açıktır. Kesin olarak bilmememize rağmen sanıyorum ki, Hz. Peygamber (s.a.v.) 'in doğumu'nun 35. senesine rastlayan Kabe inşaasında, çatıyı kapatmak için tahtalar kafi gelmemiş ve Kabe'nin bir tarafının çatısı kapatılamamıştır. Tarihlerde, bu malumat mevcuttur. Filhakika, tarihçiler, yemin merasiminin Kabe'nin «Hatim» bölümünde yapıldığını zikrediyorlar.

Kabe







Kabe, Müslümanların kutsal mekanlarındandır. İslamiyet, üç şehri kutsal kabul etmektedir. Bu şehirler Mekke, Medine ve Kudüs'dür. Kabe, Mekke'de yer almaktadır. Yeryüzünde yapılan ilk mescid ve binadır. İlk olarak Hz. Âdem'den de önce melekler tarafından yapıldığına inanılmaktadır. Daha sonrasında Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail tarafından tekrar yapılmıştır. Mescid-i Haram ın tam ortasında yeralmaktadır. Kabe'nin etrafını halen çevirmekte olan kabe yüksekliğini aşmayan kubbeli yapı (revaklar) II. Selim zamanında yapılmış planlarını Mimar Sinan hazırlamıştır. Müslümanların Namaz ibadetleri sırasındaki yöneldikleri kıbleleri durumundadır. (Hanefi mezhebi'ne göre Kabe ve onun üzerinden semaya doğru olan boşluk da kıbledir, Şafii mezhebi'ne göre sadece kabenin bina kısmı kıbledir. Kabe'nin fiziksel özellikleri ve konumu Kabe'nin geniş duvar yapısı kabaca bir küp biçimindedir. Duvarlarında kullanılan taşlar Mekke tepelerindeki granit taşlardır. Tavanı ahşaptandır. Kâbe, kuzeydoğu duvarı 12.63; kuzeybatı duvarı 11.03; güneybatı duvarı 13.10; güneydoğu duvarı 11.22 ve yüksekliği 13 m olan 145 m² alan üzerine kurulmuştur. Üzeri altın işlemeli hat yazıları bulunan siyah bir örtü (sitâre) ile örtülüdür. Örtüsü her sene hac mevsiminde yenilenmektedir. Kâbe'nin köşeleri yaklaşık olarak dört ana yönü gösterir. Köşelerden her birinin ayrı ismi vardır. Doğu köşesine "Hacer-i Esved" veya "Şarki", kuzey köşesine "Irakî", batı köşesine "Şâmî" ve güney köşesine de "Yemânî" denir. Bazı arkeolojik buluntular da ilk Kabe türü yapının şu anki Ankara Sivrihisar yakınlarında bulunan PENİSSUS tapınağının olduğunu ve bu tapınağın İSTHAR ve KYBLE adlı tanrıçalara adandığını söyler. Hatta Kabe nin bulunduğu yön olan Kıble nin kelime anlamı olarak KYBLE adlı tanrıçadan geldiğini çünkü ilk yapıldığında ana tanrıça olarak Anadoludan gönderilmesi üzerine tanrıçanın bulunduğu yerin mekansal tarifi olarak bu kelimenin değişime uğradığı düşünülür. *Kabe'nin küresel yer bulma sistemindeki yeri 21°25′24″N, 39°49′24″E.

Kabe'ye Tarihi Bakış..

Kâbe'yi ilk kez inşa eden kişinin Hz. İbrahim (a.s) olduğu tevatür düzeyinde kesin bir tarihsel olgudur. O dönemde bölgede İbrahim'in oğlu İsmail ile Yemen'den gelen kabilelerden olan Curhum kabilesi yaşıyordu. İbrahim Kâbe'yi yaklaşık olarak dörtgen şeklinde inşa etmişti. Dört yöne bakan köşeleri, esen şiddetli rüzgarların etkisini kırıyor, zarar vermesini engelliyordu. Kâbe, Amaliklerin yeniledikleri güne kadar İbrahim'in inşa ettiği şekilde kaldı. Sonra Curhum kabilesi (veya tam tersine önce Curhum ve daha sonra Amalikler) Emir-ül Mü'minin'den gelen rivayette belirtildiği gibi yeniden onu inşa ettiler.Kâbe'nin yönetimi, hicretten önce ikinci yüzyılda Peygamberimizin atalarından biri olan Kusay b. Kilab'ın eline geçince, onu yıkıp ye-niden sağlam bir şekilde inşa etti. Devm (bir çeşit hurma ağacına benzer) ve hurma ağacı kerestesinden bir tavan yaptı. Yanına da Darun Nedve'yi inşa etti. Yönetim işlerini ve ileri gelenlerle istişare etmeyi burada yürütüyordu. Sonra Kâbe duvarlarının baktığı yönleri Kureyş oymakları arasında bölüştürdü. Onlar da evlerini Kâbe'nin etrafındaki tavaf alanının çevresinde yaptılar. Evlerinin kapılarını Kâbe'ye açılacak şeklide planladılar. Peygamberimizin peygamber olarak gönderilişinden beş yıl önce bir sel sonucu Kâbe yıkıldı. Kabileler Kâbe'yi yeniden inşa etmek için iş bölümü yaptılar. Duvarlarını yapan usta Yunanlı (Rum) Yakum'du. Mısırlı bir marangoz da ona yardım ediyordu. Sıra Hacer-ül Esved'in yerleştirilmesine gelince, onu yerine koyma onuruna kimin erişeceği hususunda aralarında tartışma çıktı. Sonunda Hz. Muhammed'in (s.a.a) hakemliğine başvurmaya karar verdiler. Peygamberimiz (s.a.a) o sırada otuz beş yaşındaydı. Kureyşliler onu akıllı, ileri görüşlü, doğru biri olarak biliyorlardı. Hz. Muhammed bir aba istedi. Hacer-ül Esved'i örtünün üzerine koydu. Sonra her kabilenin temsilcisinin örtünün bir tarafından tutup kaldırmasını istedi. Taşın konulacağı doğu tarafındaki yere kadar yükselttiklerinde, Hz. Muhammed (s.a.a) taşı tutup yerine yerleştirdi.Yapılan harcamalar onlara ağır gelmeye başladığında, yapıyı bugünkü hali üzere bıraktılar. Böylece Kâbe'nin bazı bölümleri yapı dışında kaldı. Binayı küçülttüklerinden Hacer-ül Esved tarafındaki Hicr-i İsmail dışarıda bırakılmış oldu. Kâbe, Yezid b.Muaviye döneminde Abdullah b. Zübeyr'in Hicaz'a egemen olduğu zamana kadar bu şekilde kaldı. Yezid'in Mekke'deki kumandanlarından Husayn, İbn-i Zübeyr'le savaştı. Kâbe mancınık atışından isabet aldı. Daha sonra yıkıldı, örtüsü ve bazı ahşap bölmeleri yandı. Sonra Yezid ölünce kuşatma kaldırıldı. İbn-i Zübeyr Kâbe'yi yıkıp yeniden inşa etmek istedi. Bu amaçla Yemen'den arıtılmış kireç getirildi. Duvarları onunla yapıldı. Hicr-i İsmail Kâbe'nin içine dahil edildi. Kapının yere bitişik olması sağlandı. Karşı duvarda bir kapı daha açıldı. İnsanlar birinden girip diğerinden çıksınlar diye. Yüksekliği yirmi yedi zira (yaklaşık on üç buçuk metre) olarak öngörüldü. Bina tamamlanınca, Kâbe'nin içine ve dışına misk ve esans sürüldü. Üzeri halis ipek kumaşla örtüldü. Kâbe'nin onarımı Hicri 64 yılının recep ayının 17'sinde tamamlandı. Sonra Abdulmelik b. Mervan halife oldu. Komutanlarından Haccac b. Yusuf'u İbn-i Zübeyr'le savaşmak üzere görevlendirdi. Nihayet İbn-i Zübeyr yenildi ve öldürüldü. Haccac Kâbe'ye girdi ve İbn-i Zübeyr'in yaptığı değişiklikleri Mervan'a duyurdu. Mervan Kâbe'yi eski haline döndürmesini emretti. Bunun üzerine Haccac Kâbe'nin kuzey tarafını altı zira ve bir karış kadar yıktı.Bu duvarı Kureyş'in attığı temel üzerinde yeniden inşa etti. Doğuya bakan kapıyı yerden biraz yüksekçe olmasını sağladı, ötekini kapattı sonra kalan diğer taşları yerlere döşedi. 960 tarihinde Osmanlı Sultanlarından Sultan Süleyman tahta gelince, Kâbe'nin çatısını değiştirdi. 1021 tarihinde tahta geçen Sultan Ahmet, 1039 Tarihinde meydana gelen büyük selin yıktığı kuzey, doğu ve batı duvarlarını onardı. Sonra Osmanlı Sultanlarından 4. Murad zamanında bir kez daha onarıldı. Kâbe o günden günümüze, yâni hicri-kameri bin üç yüz yetmiş beş veya Hicri-Şemsi bin üç yüz otuz sekiz tarihine kadar herhangi bir onarım geçirmemiştir.